31 Aralık 2008 Çarşamba

2008'den 2009'a ben!

Tam yatmak üzereydimki gene düşündüm, bugün ayın 31'i, 2008'in son günü. 365 gün boyunca hergün değişik olaylar yaşadım mesela dostum dediğim insanlarla arkadaşlığımı bitirdim, sevdiklerimi yurt dışına okumaya gönderdim, yeni dostlar kazandım, aileme farklı bir bakış açısıyla bakmayı öğrendim, aşkı bir farklı boyutuyla tanıdım, güçlü olmayı, kimi zamansa saf olmak yerine kötü olmayı öğrendim, sorumluluk sahibi olmayı ögrendim vs. . .

Düşünürsem 1 senede o kadar çok değiştimki ve her geçen sene hep biraz daha değişicem. Bu benim gözümü korkutuyor mu? Evet korkutuyor, hemde çok! İyi mi, kötü mü? Bilemiyorum ama hayat her geçen gün zorlaşıyor yada ben zorlaştırıyorum. Bazen kaçmak istiyorum, uzaklara gidip yeni bir düzen kurmak istiyorum ama hep düşünüyorum; ya mutlu bir olayla karşılaşırsam? Beni seven insanları, ailemi nasıl yanlız bırakabilirimki? İşte o noktada herşey kırılıyor. Hooop! Bir bakıyorum kendimi toparlamışım, yeni bir sayfa açmışım ve kendimi iyi hissediyorum. Bunları neden yazıyorum biliyormusunuz? Bu şekilde düşünebileceğim o kadar çok şey yaşadımki, hepsinde bu yazdıklarımı düşündüm. Ama son kez bunları aklıma getiriyorum ve buraya yazıyorum. Bu düşünceden kurtulup, zayıflığımı bir kenara bırakıp 1 ocak 2009 günü yeniden doğmak istiyorum.

Mutlu seneleer! (:

* Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl herkese kutlu olsun; yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl herkese mutlu olsun! =)

26 Aralık 2008 Cuma

Merve'nin Zelal'le Beraber Gelen Alışveriş Tutkusu *

Biz bu genç kızlardaki alışveriş tutkusunu ne yapıcaz? veya bendeki? Zelal adında bir arkadaşım var, kendisi çok yakın dostlarımdan bir tanesi. Bu sene üniversiteyi okumak için Fransa'ya gitti kendisi. Gitmeden önce ne zaman dışarı çıksak, bir bakıyoruz ki bir mağzada kıyafet denerken buluyoruz kendimizi. Şimdi, Zelal yılbaşı için İstanbul'a geldi ve tahmini zor olmayan şeyi yaptık. ALIŞVERİŞ! Çeşitli caddelerde uzanan uzun yolda, mağza mağza dolaşıp, çeşitli topuklu ayakkabılar, babetler, elbiseler, ceketler, hırkalar, kazaklar vs. denendikten sora ( tabiki de mağzada azcık saçmalamamla beraber ) beğenilen ve alınmaya karar verilen ürünlerle kasaya gidilir. Her alışverişte olduğu gibi anneme veya babama telefon edilir ve şu cümleler kurulur:

- * annneeeeeee veya babaaaaaa* . . . . ' da bir şey beğendim, alsam parasını yollarmısın?

- olur kızım.

Tabi malum son gunlerde ekonomik kriz var, biraz tutumlu olmak gerekli ama nerdeeee.. Simdi sorduğumda ise gelen cevap:

- Ekonomik kriz var! ( özellikle dün bir mağzanın çocuk reyonundan aldığım lacivert üzeri beyaz puantiyeli minik kurdeleli hırka ve kırmızı siyah ekoseli ceketten vazgeçmek istemediğim için birikmiş paramı kullanmak zorunda kaldm )

Bütün bu durumlar sadece Zelal varken söz konusu oluyor. Neden bilmiyorum ve anliyamıyorum. Kızıyorum ama kendime engel olamıyorum.

Herneyse sonuç olarak, her ne kadar alışveriş yapıp para harcamak hakkında mızmızlansamda, Zelal'im Fransa'ya geri dönsün hiç istemiyorum çünkü gelecekteki dolabımda 93583423 milyon tane kıyafetim olsun istiyorum =) ahahahah

22 Aralık 2008 Pazartesi

Küçük Bir Kız Çocuğuyken . .

Geçen gün odamda müzik dinlerken biranda sıkıldım ve çocukluğumda varolan şarkıları dinlemeye başladım, misal '' hiç anlamaz mısın yar seni bana yazmışlar'' bu bir Oya-Bora klasiği olmakla beraber devamında Yonca Evcimik ''aboneyim abone biletleri cebimde ballı lokma tatlısı aman haydi hayırlısı'' . . . derken çocukluğumu düşündüm ve. .


Cok iyi hatırlarım, annem beni gündüzleri anneanneme bırakırdı, günü doldurmak için kağıt bebekler, barbieler, resim yapmalarla günü öldürmeye çalışırdım. En sevdiğim zaman dilimi ''Yalan Rüzgar''ı ve ''Cesur ve Güzel'' in başladığı akşam üstü saatleriydi. Neden? Çünkü anneanneler için çay saatlerinde izledikleri en mühim programdı. Eee çay saati oluncada çaylar, kurabiyeler, pasta, börekler.. Hep bu anı beklerdim. Bütün gün televizyonda benim istediğim programlar açıkken, akşamüstü televizyon kumandası anneanneme devredilirdi. Çay saatinde istediğim herşeyi yedikten sora heycanla Susam Sokağı'nın başlamasını beklerdim, program başladığı an kitlenir ve hiç bitmesini istemezdim. Derken haberler başlardı. Azcık haberlere baktıktan sonra anneannemin bana 45349 beden büyük gelen bi elbisesini giyip evin içinde dolanırdım ve televizyonda yakaladığım bir müzik kanalında, müzik dinleyip, şarkılar söyleyerek dans ederdim.


'' İyi kızlar cennete, kötü kızlar her yere, çıtır kızlar nereye, nereyede giderler la la la'' o zamanlar küçük bir kız çocuğu olarak kız grupların şarkılarına hayranlık duyardım ve çıtır kızların şarkılarını çok severdim. Fakat şimdi küçük kuzenlerime baktığım zaman hala küçük kızların, kız gruplara hayranlık duyduğunu görebiliyorum.


'' Benimle oynama söyledim sana şansını zorlama uğurlar olsun'' erkek şarkıcılardan en seviğim şarkı buydu çünkü Burak Kut'a aşıktım ve onu sevilim olarak görüyordum. En sonunda çağreyi anneannem, bana üstünde Burak Kut olan bi yastık alarak buldu, bir süre geceleri o yastıkla uyuduktan sonra ortaya çıkan yeni şarkıcılara takılıp Burak Kut'a olan sempatim giderek azaldı ve onu terk ettim, bu seferde '' pencereyi aç perdeyi arala, gireceğim rüyalarına, sevişeceğiz sabahlara kadar sırf inat senin cici babana'' şarkısıyla gönlümü Kerim Tekin'e kaptırmıştım.


Bütün bunları ve daha fazlasını düşündüğümde kendi kendime gülüyorum çünkü çok küçüktüm, çok çocuktum. Ama genede çocukluğumu özlüyorum.. Keşke hiç büyümesek!!

13 Aralık 2008 Cumartesi

İzmir'de İki Kaçak!

Bayram tatilinin ikinci günü ani bir kararla bodruma gitmeye karar verdim. Malum macera arayışı ve Pelinin orda olması gitmem için büyük sebeplerden bir kaç tanesiydi; fakat esas amacım bodrumdan Pelin'i alıp İzmir'e geçmekti.( Ps: İzmir'e gitmekteki amaç küs olan sevgilileri buluşturmaktı.) Şimdi, başımıza gelen bir kaç komik diyalogla maceramı anlatmaya başlıyorum.


Salı gecesi saat 22.30'da arabayla bir kaç kişiyle İstanbuldan yola cıktık. 231887 saat suren yolculuun sonunda sbh saat 08.00 sularında Bodrum'a vardık. Hemen bir otele yerleştikten sonra, Pelinle konuştum ve saat 09.30 gibi garda buluşma kararı aldk. Pelinle, saat 10.00'daki İzmir otobüsü için bilet aldk ve yola çıktık.Birinci molada otobüs şöförünün yan camının olmadığını fark ettik ve camı olmayan söföre sordk:

m: Abi yolda giderken üşümüyor musun?
otobüs söförü: Rüzgar içeri girmiyorki
p: Abi akşama taksici felci!

Tabi bu arada mola esnasında bir kadın gözümüze çarpar, derken;

p: Şu kadını gördün mü?
m: Evet gördüm, gözleri inanılmaz değil mi?
p: Çok korkunç abi, deli gibi!
m: Bence manik depresif!
p: Alakasız! Beyin fakirisin merve serim!

Bütün gece arabada yolculuk ettiğim için çok yorgundum ve gene üç buçuk saatlik yeni bir yolculuğa çıkmıştım, tek isteğim uyumaktı fakat Pelin geceden uykusunu aldığı için durmadan beni kitliyordu..

p: Hiç yeni dedikodu yok mu?
m: Ben biraz uyiim sonra dedikodu yaparız.
p: Hadi ulan 2 saat oldu, yol bitiyo geldik.
m: Sen makyaj yap biraz, sonra beni uyandır! ( sonuç olarak bütün yol uyurum, Pelin'in canı cok sıkılır, dedikodu yapmamışızdır ve bütün yol boyunca Pelin'i kandırmışımdır.)

Üç buçuk saatlik yolculuğun ardından İzmir garına varmışızdır. Otobüsten inince Pelin kendini kaybetmişler gibi servislere koşmaya başlamıştır ve ben ona arkadan yetişmeye çalışırken, çığlık çığlıa;

m: Nereye gidiyorsun! Alışık değilim böyle şeylere, koşma, çok tuvaletim var!
P: Allahım çıldırıcam, sus bi telefonla konuşuyorum!

Servise binip, merkeze doğru yol almaya başladık. 20 dakka sora bi yerde indik; Pelin Batuşu bende İzmir'de yaşayan arkadaşımı aradm; fakat kimseye nerde olduğumuzu anlatamadık;

m: Pelin kesin kaybolduk, bizi almaya gelmiyorlar ayrıca yoruldum, acıktım, çişim var, tualete götür beni, kesin yanlış yerde indil, çoraplarım ayaklarımdan çıkıyor, uykum var!!!
p: Ay lanet gibisin! Hep şikayet, hep şikayet, bütün yol uyudun zaten!!

En son çağreyi arkadşımla konuşmakta buldum çünkü o doğma büyüme İzmirliydi;

? : Nerdesiniz?
m: Bilmiyorum, etrafımda Hatay Tıp Merkezi, komacene. .
p: Komacene ne ya, komagene 500 yıllık etsiz çiğ köftecisi, cahil!
?: Tam olarak nerde orası?
m: Şehir merkezine doğru.
p: Çok biliyorsun ya şehir merkezini!
m: Kes be!! Kaybolduk galba..

Büyük uğraşlar sonucu, ben arkadaşıma, Pelin ise sevgilisine kavuştu. Alsancakta yemek yedikten sora eve dogru yol aldık; çünkü uykusuzluktan ölmek üzereydim. Evde bir kaç saat geçirdikten sonra akşam için dışarı çıkma kararı aldık;

?: Napalım akşam mekana mı gidelim mesela rouge?
m: yok ya İstanbuldaki gibi takılmak istemiyorum burda.
p: Sanki İstanbul jet sosyetesi!

Gece; Ilıca ve Alaçatıda bişeyler yiyip içtikten sonra eve döndk. Sabahında guzel bi yerde kahvaltı, daha sonrada Alsancakta azcık gezindik. Saat 19.00 otobüsüne binmek üzere gara gittik. Otobüste söförün tam arkasnda oturuyorduk. Yola çıktığımız esnada Pelinle cep telefonlarımızı kapatsak mı kapatmasak mı diye tartışırken baktıkti;

m: Pelin, otobüs şöförü cep telefonuyla mı konuşuyor?
p: ( gülerek) Evet! muavinde mesaj yazıyor.
m: sanırm ölüme gidiyoruz!!


Yol nede olsa üç buçuk saatti, canımız çok sıkıldı garip kelime oyunları oynayıp, müzik dinlemekten o kadar çok sıkılmıştıkki, İzmir'de bulundumuz süre boyunca komik olaylardaki diyalogları yazalım istedik. Pelin'in muavinden kağıt istemesini söledim;

p: Abi! Abi! Abi ne ya?! ( tabi bu arada Pelin'in seslenişi adamın umrunda olmaz! )

Bodrum'a yaklaşmaya yakın, şöför yavaşlamaya başladı ve durmadan alakasız yerlerde durup, yoldan insan almaya başlamıştı. Şöförün yavaş gitmesi ve durması artık canıma tak etmişti, o esnada;

m: Nie bu kadar duruyoruzki? Nie yoldan adam alıyoruz, çok yavaş gidiyoruz!!!
p: Merve o kadar çok soru soruyorsunki, bayılıyorum!

En nihayetinde üç buçuk saatin sonunda Bodruma varabildik ve İzmir'de bu kadar eğlendiğimiz için ve bu maceraya atıldığımız için herkes mutluydu. Nede olsa ne benim ne de Pelin'in ailesinden kimse İzmir'e gittimizi bilmiyordu (:

2 Aralık 2008 Salı

factorygirL


Edie Sedgwick, Amerikalı her genç kızın düşüydü; soylu, varlıklı, karizmatik, güzel ve Harvardlı. Ne ki, bir yanıyla da yitik, kırılgan küçücük bir kızdı. Tanınmış New Yorklu ressam Andy Warhol'la tanıştığında her şey değişti. Edie kendini birdenbire cinsellik, uyuşturucu, moda, rock'n roll ve üne, sıra dışılığa doğru iplerinden kopmaya mahkûm, çılgınca bir akınla kabından taşan pop art evreninin ortasında buldu.
* En sevdiğim filmlerden bir tanesi bugün tekrar izledim, filmi anlatmak istedim sadece, sebebi bana kalsın (:

21 Kasım 2008 Cuma

Sadece Kendin…

Resimlere bakarsınız,keşke o güne dönebilsem öyle gülümseyebilsem o elimden tutarken, keşke her şey o zamanki gibi olsa,hissettikleri değişmemiş olsa,hala yanımda olsa,dersiniz içinizden..Gözyaşları dökülürken yanaklarınızdan,keşkenin manasız olduğunu fark edersiniz.Zaman makinası diye bir şey gerçek olsa belki anlamı olurdu bu keşkelerin ama gidenler geri dönmüyor işte, arkalarını dönüp çıkıyorlar hayatından geleceklerine bakıyorlar,sense geçmişte takılı kalıyorsun.Hayat duruyor sanki,artık o yok ve sen onsuz yaşayamayacağına inanıyorsun,güvenin sarsılıyor,acı çekiyorsun.
Resimler sadece anı,elinde kalan tek şey sanki.Ama değişen değiştiyse giden gittiyse elindeki tek umut o.Çaresizce bakıyorsun sorguluyorsun,neden diye?Hayat her gün değişme lütfen,alma elimdekileri,inandığım şeylerden ayırma beni diye yalvarıyorsun.Hayatın sana verdiği cevap:yeni bir gün…Sen geçmişi atlatamamışken yenisini veriyor,yeni bir gün farklı bir gün..
Peki her şey devamlı değişirken,neye inanmalıyız?İleriye bakmak için kimden destek almalıyız?Kim sonsuza dek yanımızda olur bizi kollar?Terk eden sevgilimiz mi,ihtiyaç duyduğumuzda yanımızda olmayan dostumuz mu ya da inandığın ama seni hayal kırıklığına uğratan çevrendeki insanlar mı?Kime inanırsan inan kimden destek alırsan al tek çözüm yine sensin.Kendine inanmadıktan sonra hiçbir şeyin anlamı yok,sadece sen varsın.Çünkü hayat o kadar zor bir yarış ki her gün her şey değişiyor,güvendiklerin inandıkların bazen sadece bir fotoğraf karesinde,yaşadığın anılarda kalıyor..
Eğer hayatta kalacaksan, güçlü olacaksan, mutlu olacaksan önce kendine inanmalısın.İnanmassan eğer,her yeni gün daha ağır gelir sana,altından kalkamasın, anılarınla yaşarsın.Ve anılar her geçen gün daha fazla can yakar, geçmişe özlemle geleceğini kuramassın.
Zor olduğunu bilsende, ayakta kalman için en önemli şey, yapabileceklerine inanmak,kendini küçümsememek.Yalnızken bile güçlü olabilmek,kimseye bel bağlamadan sadece kendine inanarak yaşayabilmek.Eğer kendinin,yapabileceklerinin farkına varmassan her kaybettiğini düşündüğün anda,her kırıldığın anda sendeleyip düşersin.Düşmek belki koymaz ama tekrar kalkamamak seni bitirir.
Hayatta yapamayacağın hiç birşey yok,ne kadar özel olduğunu bildiğin sürece,kendine inandığın sürece..Sadece ayağa kalk ve dövüş,kalkabildiğini göster onlara.Ne kadar kırılırsan kırıl,yıpranırsan yıpran hayatta olduğunu göster.Ve eski fotoğrafları gördüğünde,suratında küçük bir gülümseme ile bak onlara ‘’ne güzel bir gündü’’ de sadece.Asla o güne dönmek isteme,çünkü her gün yepyeni ve seni neyin beklediğini bilemessin.Sen kendin olduğun sürece,dimdik ayakta durabildiğin sürece o günlerden daha iyisine layiksin.Dedim ya kendine güven,inan,bu şekilde istediklerini yapabilme gücünü kendinde göreceksin,ve kimsenin senin canını acıtmasına izin vermeyecksin.Kimseye muhtac değilsin çünkü en önemlisi sadece sensin…Ve bu hayat senin….

*teşekkürler pelin'im. .

11 Kasım 2008 Salı

ufak bir özür

Sanırım tam olarak ne yazıcağımı, napmam gerektiğini bilmiyorum, ayrıca daha bu işi çözemedim bile, hergün, bugün yazıcam diyip hiç bişey yapmadığımı ''sorumsuzluğum'' olarak kabul ediyorum ve özür diliyorum . . bu haftayı bu yazıyla kapatıp haftaya bi konu üzerinde yoğunlaşıp bişeyler yazıcağıma söz veriyorum, iyi hafta sonları *